Eğitim Sistemi ve Körelen Beyin
(aslı 27 Şubat 2018'de kaleme alındı)
Konuya başlarken; bu yazıyı dünyadaki eğitim sistemleri hakkında detaylı bir araştırmaya dayanarak değil, kendi gözlemlerim ve çıkarımlarımla kaleme aldığımı belirtmeliyim. Ben burada sadece, bu sistemin bir parçası olarak sistemi ana hatlarıyla yorumlayacak, bir öğrenci olarak ne hissettiğimi siz bilinçli bireylerle paylaşacağım.
Bu yazıyı, ilkokuldan liseye kadar devlet okulunda okumuş ve ardından liseyi İzmir Fen Lisesini tercih etmemeyi seçerek Özel EGE Lisesinde tam burslu olarak okuyup okulu birincilikle bitirmiş, şu an da Türkiye 154.sü olarak ODTÜ Mimarlık Fakültesinde öğrenim görmeyi tercih etmiş bir öğrenci olarak kaleme alıyorum. Bu bilgiyi de her zaman savunduğum “Sistemi eleştirmek ve değiştirmek için önce o sistemi başarıyla geçmelisiniz.” tezini desteklemek için aktarmış bulundum.
Öncelikle, içinde bulunmak zorunda olduğumuz eğitim sistemimiz nispeten düşünce, yorum ve uygulamaya kapalı bir sistemdir. Özellikle eski okullarda öğretmen kürsüsü yukarıdadır ve öğrenciler düzenli kümeler hâlinde aşağıda toplanmıştır. Böylece bilgi aktarımı tek yönlü hâle gelmiş, öğrenci sadece öğretmenden içeriği alan konumuna indirgenmiş ve bu “cetvel” darbeleri ve tek ayak cezalarıyla daha da belirginleşmiştir. Böylece eskiden uygulanan yuvarlak düzen, yerini adeta bir konferansı andıran bu didaktik düzene bırakmıştır.
Günümüzde tek tanrılı dinler bile yoruma, fıkha açıkken bizim ilim yolumuzun mütalaadan bu denli uzak olması şaşılacak iştir. Bununla birlikte, daha şaşırtıcı olanı ise temeli sağlam olmayan eğitim sistemimize “Şahin marka arabayı modifiye ediyormuşçasına” açık uçlu sorular,küçük sistem değişiklikleri, soru sayısıyla oynamalar gibi eklemeler yapılmaya çalışılmasıdır. Bunlar, temel alt yapı sorununu masaya yatırmaktan çok zorla masaya çıkan bu sorunları masadan silkelemeye benzemektedir.
Bu noktada, dünyada ilim ve bilimin her yerde aynı olduğunu vurgulamakta fayda görüyorum. Bununla birlikte, benim burada tartışmaya açtığım esas konu eğitimin uygulamalı olması ve mümkün olduğunca çok zeka türünün ilgisini çekerek bir bu kadar çok beyin bölgesini harekete geçirmesi. İşte tam da bu noktada, dünyanın diğer bölgelerinde nasıl bir sistem uygulanırsa uygulansın eğer bilginin dozu “gereksiz” düzeyine gelmişse (Yâni siz daha canlı bir kas hücresi görmeden sarkolemmayı biliyorsanız yahut mikroskopla bir hücre gözlemi dâhi yapmadan endoplazmik retikulum gibi organelleri, sklerenkima gibi bitki bölümlerini ve bunların çeperinde lignin ve selüloz gibi maddelerin biriktiğini biliyorsanız) işte burada bir uygulama ve kalıcılık eksikliği vardır. Müfredat bittabi ki evrensel içeriklidir ve örneğin fizikte çoğu ülkede farklı sınıflarda farklı düzeylerde de olsa elektrik, manyetizma, mekanik, dinamik gibi konu başlıkları işlenmektedir. Burada bizleri ayıran uygulamaya verdiğimiz önem, konuların yaşamla bağdaşıp küçük pragmatist özelliklerinin anlatılması ve geleneksel değerlerimiz ve tarihimizle birleşerek “bilim tarihi” ve en önemlisi “bilim felsefesi” ile sunulmasıdır. Ne de olsa bir işin felsefesini bilmeden o işe girişmek bizleri tamamen mekanik bir düzene dönüştüren kısır bir döngüdür.